. Korku Hikayeleri - Korku Yuvası

HRİSTİYANLIK İNANCINDA CİNLER

Sizde cinlerin sadece İslâm inancına ait varlıklar olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.

GİZEMLİ BUĞDAY BİÇEN ADAM

Anadolu yaşayan bir çiftin başına gelen korkunç hikaye sizlerle...

KORKTUKÇA OKUYACAĞINIZ BİR DEFİNE HİKEYESİ

Sitemizin en çok okunan hikayeleri arasında bulunan define hikayesi nefesinizi kesecek! Hikayeyi okurken zamanın nasıl geçtiğini anlamayacaksınız.

YAKAZA CİN KABİLESİ HAKKINDA TÜM GERÇEKLER

İsimlerini duyduğunuzda korktuğunuz, belki de korktuğunuz için üç harfliler dediğiniz cinlerin kabileleride mevcuttur.

HİÇBİR YERDE BULAMAYACAĞINIZ BÜYÜ KİTAPLARI

Arapça ve Farsça dillerinde yazılmış olan, gerçek büyü kitaplarının dosyaları çok yakında sitemizde yayınlanacaktır!

EN TEHLİKELİ CİN PADİŞAHLARI

Yüzlerce cin türünün yaşadığı evrende, elbette cinlerin en güçlüleri ve tehlikelileri mevcuttur. Cin padişahlarını öğrendikçe korkacaksınız.

cinli korku hikayeleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
cinli korku hikayeleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

➲ Konuşan Ölü

 


Bir akşam yakın arkadaşım aynı zamanda kuzenim Ayşe ve ben belgesel izlemek istiyorduk ve bu yönde karar kıldık. Kuzenimin vefat eden dedesinden miras büyük bir eski belgesel kutusu vardı. Kutuyu karıştırmaya başladık. Fakat istediğimiz türde bir belgesel bulamamıştık. En son kutu boşaldığında elim kutunun sol tarafındaki bir yüksekliğe temas etti. Kutunun sol tarafında iki karton arasına bir şey sıkışmış bir kutu göze çarptı. Kutuyu yırttım ve yüksek kısma baktım. Bu bir CD kutusuydu. Üzerinde "Ölülerin Yaşamı (Sıradan Bir Belgesel) yazdığını gördüm. Kuzenim şaşırmıştı. Çünkü dediğine göre bu büyük belgesel arşivini adı gibi biliyordu ve daha önce böyle bir belgeselin varlığından haberdar değildi. İkimiz de ilk defa bu garip belgeseli izleyecektik. Kutuyu açtım ve içinden ön yüzü siyah bir CD çıktı. Televizyonun karşısına geçtik daha sonra Ayşe, CD player'ı açmıştı ve benden CD'yi takmamı istiyordu. Bense bu konuda kararsızdım çünkü tedirgindim.  İçimdeki korkuyu anlatması oldukça zor. Bu sırada Ayşe, CD'yi elimden kaptı ve cihaza yerleştirdi.
"Bu şaçma şeyden korkmuyorsun, öyle değil mi?" 


Cesur bir yapısı vardı. Fakat fazla cesaretin iyi olmadığını iyi biliyordum. Belgesel başladı ve video uzunluğuna baktığımızda şaşırmıştık. 2.5 dakikalık kısacık bir belgeseldi. Belki de geri kalan kısmı uzun zamandır orada olduğu için bozulmuştu. Bunu öğrenmek için sonuna kadar izlememiz gerekecekti. Ayşe kumandadan oynatma tuşuna bastı ve belgesel başladı. Tahmin ettiğim gibi korkunç ve ürkütücü bir belgeseldi. Ayşe ise öylece gözlerini dikmiş ekrana dikkatli bir şekilde bakıyordu. O anda ekranda fotoğraflar halinde mezarlar, cesetler geçiyordu. Kalbim yerinden çıkacaktı ve korkmaya başladım. Ayşe'nin cesurluğu bile yetmedi ve 30. saniyede Ayşe tam kapatmak için kumandayı eline aldı ki, bir ses konuşmaya başladı. 
"Ölüler sandığınız gibi ölü değildirler. Onlar, ölünce yaşamın başka boyutlarında varlıklarını sürdürürler. Bir ölü eğer isterse sizinle konuşabilir." gerçekten çok saçmaydı. Ayşe, bu saçmalığa dayanamamış olacak ki kapattı. 


"İğrenç bir belgeseldi dedi ve daha sonra ben lavaboya gidiyorum diye bana söyledi." Ayşe lavaboya gittiğinde odada tek başıma kalmıştım. Gözüm saate kaydı ve saat 9.20 geçiyordu. Dakikalar hızla ilerlemesine  rağmen Ayşe lavabodan dönmedi. Meraklanıp arkasından gittim. Lavaboya girdiğimdeyse Ayşe yerde öylece yatıyordu. Ne bir yara, ne de bir kan vardı. Şok olmuştum. Korkarak Ayşe'a dokundum. Bir buz tanesi kadar soğuktu. Nabzına baktım ancak herhangi bir nabız belirtisi yoktu. Çok korkmuştum ve aniden ambulansa haber verdim ve onlardan yardım istedim. Ayşe'yi ambulansa ve bende yanına bindim. Kısa bir zaman sonra hastanede ölü olduğu anlaşılan Ayşe’nin üstüne beyaz bir örtü örttüler ve bense şoktaydım ve ağlıyordum. Bu sırada cesedi inceleyen uzman doktor yanıma geldi ve benimle konuşmaya başladı.
"Bu cesedi ne zaman buldunuz? Bu kişi öleli en az 4 gün olmuş." 
İşte o zaman beynimin içinde o korku dolu ses yankılandı:
"Bir ölü... eğer isterse... sizinle konuşabilir..."

➲ Cin Laneti


Merhaba arkadaşlar benim ismim Melih size başımdan geçen bir korku hikayemi anlatacağım. Şuan 20 yaşındayım olayı bundan 8 sene önce 12 yaşında iken yaşadım. 

Ben olayı yaşadığım günden hiçbir şeyden habersiz yine okuldan eve geldim. Biraz televizyon falan izledikten sonra uyumak için odaya gittim. Odada abim, ben ve kız kardeşim kalıyoruz. Hepimiz uyuduktan sonra ben gece bir anda birinin beni dürtmesi ile uyandım ve o an pencerede kulakları uzun olan bir şey gördüm. O an bunun rüya olabileceğini  düşündüm ancak kendimde olduğumu teyit etmek için kendimi cimcikledim ve uykuda olmadığımı anladım. O gördüğümden çok korktuğum için kuran okuyarak tekrar uyumaya çalıştım.

Sabah uyanır uyanmaz direk anneme, babama ve abime başıma gelen bu olayı anlattım. Ancak onlar böyle bir şeyin olamayacağını ve küçük olduğum için bir rüyada olduğunu söylediler. Onlara bu olayın gerçek olduğunu anlatsamda bana inanmadılar. Neyse o gün yine okula falan gidip geldikten sonra uyuma vakti geldi. Ben yine uykuya daldım ancak yine bir el beni dürterek uyandırdı. Dün gece gördüğüm o siyah kulaklı şeyi gene gördüm. Bu sefer küçük kardeşim de sanırım gördü ki oda ağlamaya başladı ve hemen annem odaya kardeşime bakmak için geldi.

Benim uyanık olduğumu gören annem niye uyumadın diye sordu. Ben ise yine dünkü korkunç şeyi gördüğümü söyledim ve annem bu sefer söylediğime inanmıştı. Sabah oldu babama olanları anlatsakta yine inanamadı bize hatta annem hocaya falan götürelim dese de babam oralı bile olmadı. O gün yine bir şekilde geçti 3. gece sonunda yine ben uykudan uyandırıldım ve o şeyi çok yakınımda hissettim korkudan çenem yamulmuştu ve o korkuyla çığlık attım. Çığlığımı duyan annem ve babam odaya geldi beni o halde gören annem ve babam oldukça tedirgin gözüküyordu. Hemen hastaneye gittik ve doktor bunun neden olduğunu anlamadı ve tedavi için gerekenlerin yapılmasını söyledi.

Tedavi için hastanede 10 gün kalmak zorunda kaldım. Geceleri hastanede bile uyumak oldukça zor bir hal almıştı. Geceleri sürekli uyanıyor bir şekilde geri uyumaya çalışıyordum. Hastaneden çıktıktan sonra annem babama bir hocaya götürelim dedi. Babam ise geçti işte gerek yok deyip geçiştirdi. Ertesi gün babamın haberi olmadan bir hocanın yanına gittik annemle beraber. Hocaya olayı biteni anlattık ve hemen nedenini bize açıkladı. Hoca, o gördüğüm şeyin cin olduğunu ve sürekli beni dürtmesinin sebebinin beni de aralarına almak için yaptığını söyledi. Hatta beni lanetlemek için çok fazla çaba gösterdiklerini yüzümün yamulmasının da onlara katılmadığım için beni cezalandırmak için yapmışlar. Onlarda korunmamı sağlayan şey ise uyumak için okuduğum Kuran-ı Kerim'miş. Hoca yine orada bana birçok ayet okudu ve yatmadan önce birkaç ayet okumam gerektiğini söyledi

Şuan 20 yaşındayım ve o günden sonra birkaç ayet okumadan uyumam. O gördüğüm varlığı da hocaya gittiğimden beri hiç görmedim. Size tavsiyem sizde uyumadan önce kesinlikle birkaç ayet okumanız faydanıza olacaktır. 

➲ Cinli Ev


Birgün, işten eve geldiğimde annemi ağlarken gördüm. “Hayırdır anne, ne oldu?“ dedim. Bana, “Kardeşin... Kardeşine bak, delirdi sanki...“ diye korku dolu gözlerle bakınca yerimden fırlayıp kardeşimin bulundugu odaya girdim. Bana tuhaf gelen hiçbir şey fark etmedim. “Ahmet, birşey mi var kardeşim?“ dedim. Bana, “Hayır abi, gayet iyiyim.“ dedi. Ben de fazla üstüne gitmek istemedim. Ertesi gün yine eve geldiğimde, merdivenleri çıkarken sanki bizim evin kapısı uzaklaşıyormuş gibi tuaf bir korkuya kapıldım. Tam ne oluyor diye düşünürken, annemin çığlığını duydum. Hızlı adımlarla evin kapısına ulaştım. Elimi cebime atıp anahtarlarımı bulmaya çalıştım. Birden içerden annemin hıçkırığının dışında, hırıltılı ama insana ait olamayacak bir ses duydum. Bunu duyunca, evde biri acaba anneme mi saldırıyor diye düşünüp eve hışınla girdim. Annem ve küçük kardeşim, holde bana bakıyorlardı. “Anne, ne oldu?“ dedim. “Yine Ahmet çıldırdı. Küçük kardeşin Füsun’la bana saldırdı.“ Çok sinirlenmiştim. Ya annem bana yalan söylüyor, yada kardeşim delirdi diye düşünmeye başladım. Annemin suratına tekrar baktığımda, korku dolu gözlerle yine karşılaştım. Füsun da çok korkmuştu; ama hala şaka yapılıyor sanmıştı. (Füsun 5 yaşında) Sinirlenmiştim. Tam hızla Ahmet’in bulundugu odaya girecekken, Ahmet birden kapıda belirdi. (İnanırmısınız, ufak kardeşimden ilk defa ürkmüştüm.) Bana bakıyordu sanki düşmanca. Sonra arkasını dönüp odasına girdi. Peşinden gidip “Ahmet!“ dediğimde tekrar bana bakıp, “Beni rahat bırak abiiiiiiii!“ diye bağırdı. Sinirlenmiştim. “Seni öldürürüm oğlum! Babam, az sonra gelecek. Ya anlatırsın herşeyi yada çok fena olacak. Babama anneme saldırdığını söylerim.“ “Tamam abi ama bana biraz zaman ver. Sana herşeyi anlatacağım.“ dedi. İlk defa kardeşimin bana yalan söyledigini hissettim. O gece, herkes yatmıştı. Ben de kardeşimi izlemeye başladım. Odasına gittim, baktım uyuyordu. Tam arkamı dönmüştüm ki, sanki içimden bir ses, “Kardeşin sana bakıyor!“ dedi ve aniden döndüm; ama bakmıyordu. Sonra, “Lan oglum, manyak mısın!“ dedim kendi kendime. O gece yattım ama ne yatış! Sabaha kadar uyuyamadım. Sanki gözümü kapatınca Ahmet yanımda... Acıyorum. “Yok arkadaş, bu böyle olmuyacak.“ dedim. “En iyisi mi, yarın tüm günümü kardeşime ayırayım, onu sesizce takip edeyim.“ dedim.

 Sabah olmustu. Ben, erken kalktığım için, anneme, “Ben, saat 10 gibi dönerim.“ deyip çıktım. Ahmet de uyanmıştı. Bana candan yakın olan kardeşim, şimdi çok uzaktı. Yanıma bile gelmedi. Tam çıkarken, “Gece iyi uyudun mu?“ dedi. irkilmiştim. Ona bakmadan hemen çıktım ve kahveye gittim. Saat 10’a gelince eve hızlı adımlarla vardım. Sessizce mutfağa girdim; çünkü ordan kardeşimin odası gözüküyordu. Beni görmesin diye, daha önceden mutfağın perdelerini sıkı sıkı örtmüştüm. Sadece minik bir delik kalacak şekilde bırakıp, odayı tamamen görür bir haldeydi. Kardeşim, odadaydı ve tek başına kanepeye oturmuş, dizlerini ovuyordu. Sonra birden durdu. Benim de kanım sanki cekiliyor gibi hissetmeye başladım. Sonra birden göz göze geldik. Aman Allah’ım! Minicik delikten baktığımı hissetmişti. Çıldıracak gibi oldum. Hızlıca odasına girdim. Gözüm dönmüştü. “Lan noluyor!“ dedim, hiç tepkime yok! Ona dokununca, kaskatı oldugunu hissettim. Anneme, “Anne, koş!“ dediğim anda, elimi öyle bir tuttu ki kırılıyor sandım. Sonra hırıltılı bir sesle, “Seni öldüreceğim!“ dedi ve yere düştü. Sallanıyordu yada titreme gibi birşeydi. Sesi değişmişti. Çıglık mıydı yoksa hırıltı mı, anlayamamıştım. Annem, koşa koşa içeri girdi. “Ahmet, oglum! Ahmet’im!“ Ben, donmuş gibiydim. Sanki ayakta öylece kalmıştım. Annem bana, “Oğlum, tut! Kendine zarar verecek!“ diye bağırdıgında kendime geldim. Annemle bile tutamıyorduk sanki kardeşimi. Sonra birden kaskatı durdu. Sanki kilitlenmiş gibiydi. Kafası geriye düşmüş, gözü simsiyaha dönüşmüş gibiydi. Sanki, parmakları dönmüş, kırılmış gibi duruyorlardı. Bir noktaya bakıyordu. Annem, “Dokunma!“ dedi ve dua okumaya başladı. O arada bir defter fark ettim. Elime aldım. İçini açınca değişik bir yazı stili ile birşeyler yazılı olduğunu gördüm. Sonra, insana ait olamayacak bir sesle Ahmet bana birden, “Sakın dokunma!“ diye bağırdı. Defter, elimden düştü. Korkmuştum. Bana saldıracak sandım. Nefes alıp verişi değişmişti. Bana bakıyordu. Gözlerinin beyazlığını fark edemiyordum. Sonra kafasını sağa sola savurmaya ve garip ses yada cığlıkla, “Abi niye baktın, abi niye baktın!“ diye habire birşeyler söylüyordu. Birden kaskatı kesildi. Kolunu yavaşca kaldırdı. İşaret parmagı ile pencereyi gösterdi. Sonra bana bakarak, “Geliyor, geliyor!“ diye ağlamaya başladı. “Ne geliyor, neeeeeeeeeee!“ diye bağırdım. Annem, durmadan sureler okuyordu. Birden, “Allahu ekber, Allahu ekber!“ diye hoca ezan okuyunca, kardeşim iyice çıldırdı. Sara kırizine benzer gibi yere düşdü. Sarsılıyordu. Hoca, her “Allahu ekber!“deyişinde kardeşim cığlık atıyordu. Ve bayıldı. Annemle ben, şok içindeydik. “Ne yapabiliriz, ne!“ diye düşünmeye başladık. “Babama söyliyelim.“ dedim. Annem, “Onun inancı yok ki, inanmaz!“ “Anne, inanmıyor da bu ne! Hadi göstersin doktorluğunu!“ dedim. Çıldıracağım! Sonra kardeşim, “Abi, abi...“ demeye başladı. “Ahmet’im, canım kardeşim! Ne oluyor sana? Ne olur söyle!“ “Abi, ben yatakta değil miydim? Ne işim var burda? Bana ne olmuş ki???“ dedi. “Hatırlamıyor musun?“ dedim, “Hayır.“ dedi. “Abi, annem niye ağlıyor, niye abi?“ dedi. O sırada kapı sesi duyuldu. Babam gelmişti. “Anne, babama herşeyi anlatalım. Saklama!“ O gece babamla konuşmaya karar verdik. Tuhaf olan şey, Ahmet hiçbir zaman babamın yanında garip olmuyordu. Gayet normaldi. O gece, babam viskisini yudumluyor, hasta raporlarını inceliyordu. Kapıya vurdum, yanına girdim. “Ne oldu Murat?“ dedi. Babama, “Ahmet...“ dedim. Ama bir kere nefes alıp verdim. (Babamla sakin konuşmak istiyordum. Yaşım 25 olmasına rağmen, hala ondan çekiniyordum.) Babama, “Seninle birşey konuşmak istiyorum.“ dedim. O, “Şimdi olmaz. Önemli bir ameliyatım var ertesi gün. Raporları incelemem gerek!“ dedi; ama ben anlatmaya kararlıydım. “Ahmet...“ dedim. “Lütfen baba, sadece dinle. Çok önemli...“ deyince, “Tamam, ama kısa tut!“ dedi. Babam, sakindi. Bugünki tüm olanı biteni anlattım. Beni sakince dinledi. Sonra birden, “Hadi ordan, ben öyle şeylere inanmam! Tamam, bu kadar yeter! Çık dışarı, çalışmam gerek!“ dedi. Çok sinirlenmiştim. Tam kapıya yönelmiştim ki, Ahmet’in odasından korkunç bir çığlık yükseldi. Evin ışıkları gidip gidip geliyordu. Ürkünçtü. Ev, sanki kolonlardan çatırdıyordu. Dönüp babama baktım. “Buyur baba, hadi açıkla bu olayı.“ dedim. “Kötü bir rüya görmüştür.“ dedi. Sonra Ahmet’in odasına yöneldik. Babama, “Peki ışıklar niye gidip geldi?“ dedim. Bana,“Bu kadar salak olma. 21. yüzyılda yaşıyoruz.“ dedi. Ahmet’in odasına yaklaştıgımızda, acık olan kapı birden kapandı ve içerden kilitlendi.

 Babam, “Neler oluyor böyle!“ dedi. Sonra kardeşimin çığlıkları odadan yükselmeye başladı. Babamı ilk defa paniklemiş gördüm. Bana, “Kapıyı kır!“ dedi. “Kır şu kapıyı, ne bakıyorsun!“ Kapıyı kırdım. İçeri girdiğimizde, Ahmet duvarın köşesine geçmiş, sırtı bize dönük oturuyordu. Hırltılı hırıltılı, “Sizi öldürecem, sizi öldürecem!“ diyordu. Annem de gelmişti. Kadıncağız, sesli olarak sureler okumaya başladı. Babam, “Ne yapıyorsun sen!“ dedi. Ahmet, sureleri duydukça cığlık atıyordu. Sonra sırtının üstüne yere düştü. Ağzından köpükler geliyordu. Babam, “Sara krizi geçiriyor.“ diye yanına gitti. Ben, Ahmet’i tutmaya çalışıyordum. Krizi geçmişti. Uyandı. “Baba, abi... Ne oluyor? Ne işim var benim yerde!“ diye ağlamaya başladı. Babam bana, “Sen, bu gece kardeşinle yat. Yarın, bie psikoloğa gösteririz.“ dedi. Babama, “Baba, bu piskoloktan öte!“ dedim. Bana, “Konuşma, ne o zaman söyle!“ dedi. Onunla tartışmaya giremezdim. Herkes odadan cıktı. “Ahmetim, canım kardeşim. Ne oluyor sana!“ “Abi, bana birşey mi oluyor?“ dedi. Unutmuş gibiydi. “Tamam, birşey yok.“ dedim; ama unuttugunu sanmıyordum. “Hadi gel, yatalım.“ dedim. Kardeşimi koynuma alarak yattık ve konuşmaya başladık. Ben, ona, “Hani bana herşeyi anlatacaktın.“ deyince, “Abi, sana herşeyi söylemek isterim; ama söylersem beni öldüreceklerini söylediler.“ “Kim onlar, kim?“ dedim. “Lütfen abi, beni zorlama!“ dedi. Yatmadan önce okulda ögrendigim duayı okudum. “Ah!“ dedim. “Neden daha önce annemi dinleyip Kur’an ögrenmedim ki!“ diye içimden geçirdim. Kardeşim, uyumuştu; bense hala düşünüyordum. Bir ara gözümü kapattım. Odada sanki hafif bir rüzgâr estiğini hissettim. Korkuya kapılıp hemen sağa sola dikkat kesildim. Kardeşimin yere düştügünde işaret etigi pencere tarafına baktım. “Acaba açık mıydı?“ diye. Açık değildi. Odada sağı solu inceleye inceleye, aklıma güzel şeyler getirmeye calışarak ve yine sağa sola bakarak tam uyuyacaktım ki bir şey dikkatimi çekti. Kardeşimin duvarda bir resmi vardı. Güzel bir resim... Hep bir noktaya bakıyor gibi durur, yani yatarken gözlerine bakıyor gibi gözükmez; ama sanki beni izliyor gibiydi. Rahatsız olmuştum. Kalktım, resmi kaldırdım. 

Tekrar kardeşimin yanına yatarak bildigim duayı daha çok tekrar tekrar okudum. Oda sessizdi. Gözümü kapadım. Sonra kapının açıldığını hissettim. Yine dikkat kesildim. Kapı yönüne baktım. Kapı, gercekten açıktı. Sonra yine dua okumaya basladım. Korkmuyacaktım; çünkü gücü kudreti sonsuz olana (Allah’a) sıgınmıştım. İnancım, o gece doruk noktasındaydı. İçimden bir şey, “Sakın korkma!“ diyordu. Sonra gözümü yumdum. Ayak tarafımda bir ağırlık hissettim. Sanki yatağa biri çıkmıştı. Yavaş yavaş göğsüme doğru çıkıyordu.Ama korkmuyacaktım. Sonra bedenimi sıkıştırdığını hissettim. Gözümü açtım ama kafamı çeviremiyordum. Birden, “Senden değil, seni Yaratan’dan korkarım.“ dedim. Bunu deyince ağırlık sanki iyice arttı. İçimden, “Lütfen anne gel, lütfen anne gel!“ diye ağlamaya basladım. Evet, içimden ağlıyordum. Sonra kapı açıldı. Ağırlık kayboldu. Kafamı kaldırdım ki annem. “Anne, anne! İyi ki geldin.“ dedim. Annemde ise hiç ses yok. “Anne,“ dedim. “Oğlum, sen istersen odana geç. Ben, kardeşinle kalırım.“ dedi. “Yok, ben kalırım.“ dedim. “Oglum,“ dedi. “Hemen kalk!“ Şöyle bir anneme baktım; ama aman Allah’ım! “Annem olamazsın sen! Nesin sen? Kimsin sen?“ Ses çıkarmadı. Öylece bakıyordu. Ayakları tersti. Dua okumaya başladım. Sonra nasıl oldu anlamadım, bir şekilde kayboldu. Kardeşimi o gece yanlız bırakmamam gerektiğini anlamıştım. Ne yapmam gerektiğini düşünürken uyuya kalmışım. Çok ilginçti. Rüyamda, uzun karanlık bir koridorda yürüyorumdum. Sonra önümde Ahmet’in olduğunu fark ettim. Ona doğru koştukça, o uzaklasıyordu. “Ahmet, dur! Ahmet, dur kardeşim!“ diye bagırıyordum. O, “Abi, yardım et abiiiiiiiiiiiii!“ diye birden kayboldu. Ben, daha hızlı koşmaya basladım. Yetişemiyecegimi anlayınca durdum. İçimden bir şey, “Geriye dön!“ diyordu. “Geriye dön...“ Nefes nefese idim. Dönünce Ahmet birden boğazıma sarıldı. Sıkıyordu. Resmen boğuluyordum. Gözlerimi açtığımda Ahmet’in beni boğuyor olduğunu ve annemin beni hıçkırıklar içinde kurtarmaya çalıştığını fark edince, Ahmet’i üstümden attım. Bana bakarak gülüyordu. “Seni boğacağımı söyledim, seni boğacağımı söyledim!“ diye gülüyordu. Duvara doğru dönerek duvarı tırnakları ile kazımaya başladı. Bunu görünce üstüne atladım. Anneme, “Onu yatağa bağlayalım.“ dedim. Annem’le kardeşimi yatağa bağladık. Kardeşim, iyice çıldırdı. Bana, “Pis homo, pis homo! Sakın hocayı getirme, sakın! Yoksa seni bec......im!“ diyordu. Nerden anlamıştı hocayı? Babam, sabah erken gitmişti işe. Saat 7:00 gibi ameliyata girecekti. Gitmeden anneme, “Ahmet’i hastaneye getir. Onu psikoloğa gösterelim.“ demiş. Anneme, “Ben şimdi geliyorum.“ diye evden çıktım. Bir hoca bulacaktım. Arkadaşımın tavsiyesi ile bir hoca buldum. Ona her şeyi anlattım ve bizim eve getirdim. Beraber merdivenleri cıkarken, hoca dua okumaya basladı. Annem, bizim geldiğimizi gördüğü için kapıyı açık bırakmıştı. Biz kapıya yanaşınca, kapı birden kapandı. Annem, kapıyı tekrar açtı. Ben, içeri girdim; hoca ise girmedi. Bana bakarak, “Ben, ilk etapta giremem.“ dedi. “Neden?“ diye sordugumda, “Bu ev, hiç hayırlı değil. Size burayı kim ve ne zaman sattı?“ “Ne alakası var!“ dedim. “Size burayı satan kişinin başına da aynı olaylar gelmişti.“ “Peki sen nerden biliyorsun?“ dedim. “Satan şahıs, çok ucuza sattı.“ ve hiç bir şey demedi. Bana, “Beni sana kim önerdi?“ dedi. “Arkadaşım Dursun.“ dedim. “O zaman ara Dursun’u!“ “Niye ki?“ dedim. “Sen, ara Dursun’u!“ Aradım. “Ya Dursun, bugün yanına ugradım ya,“ “Alo, evet dinliyorum seni...“ “Bana bir hoca bul diye.“ Dursun, birden telefonda gülmeye başladı. Bana, “Sen içtin mi?“ diye sordu. “Hayır, ne alakası var! Şimdi dedim ya!“ “Arkadaşım, beni geçen sen memleketime ugurlamadın mı?“ deyince şok geçirdim yani. “Sen hala gelmedin mi? Evet, o zaman ben kimle konuştum?“ derken, “Ooooo, hadi işim var. Bitince ararım.“ deyip suratıma kapattı telefonu. “Neler oluyor?“ diye düşünürken, hoca hızla kardeşimin bulundugu odaya girdi. Ben, donakalmıştım. “Sen... Sen kimsin o zaman!“ diyebilmişim sadece. Hoca girince kardeşim, “Sen, sen! Seni tanıyorum!“ diye korkunç bir çığlık attı. Hoca, kardeşime, “Yaradan Rabb’in adına! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Seni zavallı!“ dedi ve sureler okumaya başladı. Ben, hâlâ neler olduğunu çözememiştim. Bu şahıs, kimdi? Sonra kardeşimle konuşmaya başladı. “Bu insanları rahat bırak!“ dedi. Kardeşim, “Abi, abi! Çıkar onu odadan!“ diye ağlamaya başladı. Ben, hala telefonun şokunu yaşıyordum. Sonra bu şahıs, bana, “Hadi kardeşini sıkı tut!“ dedi. Annemi de çağırdı; ama tutmadan önce abdest almamızı istedi. Aldık. Yani annemin bana gösterdiği şekilde. 

Sonra kardeşimin yanına gittik. Hoca, baş ucunda Kur’an okumaya başladı. Bize, “Hadi, şimdi tutun!“ deyince, annemle ben hemen tuttuk. Kardeşim, çığlık atıyordu. Gözleri, siyahla kan kırmızısı şeklinde değişip duruyordu. Sonra yatağı sallanmaya başladı. Odadaki gardrop kapakları açılıp kapanıyordu. Mutfaktan tabak kırılma sesleri geliyordu. Lambalar açılıp kapanırken, bizim bulundugumuz odadaki lamba ise patladı. Sonra ani bi sessizlik oldu. Kardeşim, bayılmıştı. “Bitti mi?“ dedim, hoca olarak getirdiğim şahısa dönerek. “Hayır, burada kaldığınız sürece hiç bitmez.“ dedi. “Sizden önce, burda bir aile yaşardı. Çok güzel bir aileydi. Sonra küçük oğullarında paranormal bir durum meydana geldi. Başlangıcında, oğulları gece su içmeye kalkmış. Koridorda yürürken, şu an bulunduğumuz odanın kapısı acılmış. O zaman, bu odayı sadece misafirler için kullanırlarmış. Çocuk, kim açtı diye içeri girdiğinde, kapı birden kapanmış ve çocuğun içerden çığlığı yükselmiş.“ “Ve sonra?“ dedigimde, “Tamam, bu kadar. Sonrası sondu zaten.“ dedi. Bana, “Sen, Kur’an bilir misin?“ “Hayır!“ dedim. “Ya sen teyze?“ dedi. Annem, “Biraz...“ dedi. Bana dönerek, “Niye öğrenmedin?“ dedi. Cevap veremedim. “Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğini biliyor musun?“ dedi. “Evet.“ dedim. “Babanın inancı nasıl?“ diye sorunca yine cevap veremedim. Bana, “İşte, sizin zayıf halkanız bu!“ dedi. “Burdan üç gün içinde taşının, yoksa ailenizden biri zarar görecek.“ dedi. “Ne! Taşınmak mı! Babama bunu nasıl kabul ettiririm?“ diyince, “Bu, beni ilgilendirmez.“ dedi. Kapıya doğru yöneldi. Gidiyordu. Sonra bana dış kapıdan bakarak, “Hani su içmeye giden çoçuk vardı ya...“ Hiçbir şey diyemedim. Sadece, “Evet?“ şeklinde kafamı salladım. “O, bendim.“ deyip hızla uzaklaştı.Hızlıca ayağa kalktım. Kapıya koştum. Daha sorularım bitmemişti. Ama o çoktan gitmişti. O gün hoca öyle diyince, annemle, “Artık bu evde kalamayız.“ diye konuştuk. Kardeşim de kendine gelmişti babamı zor bela ikna ettik. Hem de tam da üçüncü günde. (burda, babamın başına bişey geldi ve şimdi dini bütün bir insan oldu) Ve o evden taşındık. 

Aradan üç yıl geçmişti. Birgün, o mahalleye işim düşmüştü. gittiğimde, “Eve de bakayım.“ dedim. Kocaman bir bahçesi vardı. Ev, üç katlıydı. Babam, orayı bir mütahite vermişti. Yıkılsın, evler yapılsın diye; ama mütahitin yıkım işlerinde hep aksilikler olmuş. İşcilerden biri, aklını kaçırmış, biri de ağır yaralanmıştı. Mütahit de yıkamıyacagını anlayınca, o ev öylece kaderine terk edilmişti. Bahçe kapısına kilit vurmuşlardı ve “İçeri girmek tehlikeli ve yasaktır!“ diye bir tabela asılıydı. Evin bahcesine bakarak geçerken, evin kapısının aralandıgını gördüm. Ev, sanki beni cagırıyordu. Arkama bakmadan dönüp gittim ve bir daha o mahalleye, hatta o evin bir mil yakınına bile yaklaşmadım.

➲ Bebek Bakıcısı



Selam ben Alev üniversite öğrencisiyim sizlere başıma gelen korkunç olayı anlatmak istiyorum. Masraflarını karşılamak için günlük part time işler bakmaya başladım. Bir çok iş ilanına baktıktan sonra 3 çocuğa dadı aradıklarını gördüm. Bu konu hiç bir bilgim yoktu zaten ilanda da bilgi istenmiyordu. İlanda, genç, güzel ve sorumluluk sahibi bir kadın dadı aradıkları yazıyordu.

Numarayı aradığımda karşıma neşeli konuşan iyi bir kadın çıktı. İş ilanı için aradığımı söyledim. Bana buluşmadan işe başlayabilirsin dedi ve beni eve götürmek istediğini söyledi. Ben biraz tereddüt ettim fakat bunu kabul ettim.

Sabah olduğumda kadın beni eve götürdü. Kapıda bizi karı-koca karşıladı ve benimle gelen kadın içeriye girmeden oradan ayrıldı. Güler yüzlü bir aileydi, ev kocaman ve lükstü. Bana çocuklarını anlatmaya başladılar.

2 erkek 1 kız çocuğuydu, 10 - 8 ve 6 yaşlarında. Arkadaş canlısı, neşeli ve kibar çocuklara benziyorlardı. Yaramazlık yapmayan uslu çocuklardı.

Akşam başbaşa yemeğe çıkacaklarını geç saatte döneceklerini söylediler. İlk günüm olduğu için çok heyecanlıydım içinde ya bir şey olursa korkusu da vardı. Bana telefon numarasını verdiler acil durumda arayacaktım. İstediğim odaya girmek serbestti ve istediğimi yapabilirsin dediler.

Evden çıktıklarında çocuklarla salona geldik ve TV izlemeye başladık. Biraz acıkmıştım ve atıştırmalık için buzdolabına gittim. Bu arada çocuklar hiç konuşmuyordu zor zar ağızlarında bir iki kelime çıkarabiliyordum.

Buzdolabını karıştırırken arka taraflarda gözüme bir kavanoz çarptı. Kavanoz siyah bez parçası ile sarılırdı. Bezi çıkardığımda koyu kırmızı sıvının içinde bir et parçası vardı. Ne tür bir et olduğunu bilmiyorum ilk defa böyle bir şey görmüştüm.

Kavanozu tam yerine koyacakken bir ses duydum. Ne o an ki korkuyla kafamı çarptım.

Gelen kişi en büyük oğullarıydı ve bana, "o kavanozu yerine koy, bir daha bilmediğin şeylere dokunma" dedi.

Bakışları ve ses tonu beni çok korkutmuştu. Sessiz bir şekilde...

"Özür dilerim" dedim.


Hala bana bakıyordu ve oradan ayrılmıyordu. Kavanozu yerine koyduktan sonra salona gitti ve koltuktaki yerine tekrar oturdu. Bende ortam biraz neşelenir diye onlara çizgi film açtım.

Çizgi film bittiğinde haberler başladı. Haberlere kaybolan genç bir kızın haberi vardı. Vücudu parçalara ayrılmış. Bu haber beni çok etkiledi ve tanımadığım bir yerde olduğum için korkuttu. Çocuklara "hadi geç oldu. artık uyuyalım" dedim.

3'ü de aynı odada kalıyordu. Pijamalarını giydirdim onları yatağa yatırdım ve ışığı kapatarak salona tekrar geldim.

Canım sıkılıyordu. DVD arşivini karıştırmaya başladım fakat tek şey çizgi filmdi. Fakat en alt çekmecede başka bir CD vardı. Üzerinde "M Kızları" yazıyordu. Merak ettim ve onu taktım.

Ailenin özel olarak çektiği bir video idi. Anne, baba ve çocuklar gülüp eğlenirken video çekmiş. Özel bir video olduğu için kapatmaya karar verdim. Tam kapatacağım sırada benim yaşlarımda birini gördüm. Eski bakıcı olduğunu düşündüm.

Sanki çok yakından tanıdığım birine benziyordu. Yakın bir zamanda onu gördüğüme emindim. Sonra aklıma haberler geldi ve haberlerdeki öldürülen kız olduğunun farkına vardım.

Elim, ayağım titremeye başladı, korkutan kıbırdayamadım ve çığlık atmak istiyordum.

Aklıma kavanoz geldi ve tekrar kavanozu açtım. İnsan derisinden bir parça olduğunu gördüm. İyice incelediğimde kafa derisi olduğunu gördüm saçları içinde duruyordu.

Korkudan altıma işemeye başladım.

Kavanozu ve CD'yi çantama koydum pijamalarımı çıkarırken büyük çocuklarının beni izlediğini fark ettim. Bana...

"Nereye gidiyorsun" dedi.

Kekelemeye başladım ve evde bir şey unuttuğumu 10 dakikaya geleceğimi söyledim. Pijamalarımı çıkarmıştım üstümde tişört altımda ise sadece iç çamaşırım vardı. Çok korkuyordum.... o sırada kardeşleri de odada çıktı.

Evin en küçüğü olan küçük kız, "sen gidemezsin, bizi yalnız bırakamazsınnn...." diye bağırmaya başladı.

"Ailenizi arıyorum" dedim ve numarayı çevirmeye başladım.

O sırada en büyük oğlu bacağımı tutarak, "çok açım hiç bir yere gitmiyorsun" dedi.

Ona vurarak kurtuldum ve çıkış kapısının yanında bulunan yedek arabanın anahtarını alarak evden çıkarak koşmaya başladım. Hemen arabaya atladım ve kapıları kilitledim.

Çocuklar çığlık atıyor ve ağlıyordu. O sırada aile eve gelmişti ve bana "nereye gidiyorsun buraya gel sorun nedir" dediler.

Karakola kadar hiç durmadan gittim ve kendimi karakola attıktan sonra içime bir rahatlama hissi geldi. Başıma gelen her şeyi polislere anlattım.

Polis eve geldi ve arama yaptılar. Evde kayıp kızın eşyalarını ve parçalarını bulmuşlardı. Aile ortada yoktu ve değerli eşyalarını alıp gitmişlerdi...

➲ Kara Keçi

 Kapı komşumuz Hüsnü bey amca anlatırdı... Urfa’da ki köylerinde bir zamanlar çok garip olaylar olmuş. Hala bu ürkütücü olayların devam edip etmediğini bilmediğini ama yine de emin olmadığını söylerdi bize. Çünkü köyüyle tüm ilişkisini koparmıştı. Aklımda kaldığı kadarıyla bu olanları sizinle paylaşmak istiyorum. Köylerinin adı “Karakeçi“, nam-ı diğer “Cinli Köy“. Çevre kasaba ve köylerin insanları, cinlerin musallat olduğu bu köyden ve orada yaşayan köylülerden olabildiğince uzak durmaya çalışırmış. 1900’lü yıllarda Karakeçi’nin çok dindar birisi olan çobanı İbrahim bir gün sürüyü salmış otlağa ve de oturmuş bir ağacın altına. Rehavet basmış ve de uyuya kalmış. Esen hafif rüzgar onun suratını yalayıp geçmiş, o esnada birkaç hınzır kıkırdama duymuş. Hemen gözlerini açmış. Gördüğü şey çevresinde toplanmış ve başında bekleyen, ona sinirli sinirli bakan ve bağırıp çağırarak ağıza alınmayacak küfürler savuran koyun sürüsü olmuş. Hızla ayağa fırlayarak köye doğru koşmuş. Bir yandan da omzunun üstünden arkasına bakıyormuş, korkudan tir tir titreyerek. Kan-ter içinde evine varmış ve ev ahalisine soluk soluğa olanları anlatmış. Tabii ki kimse ona inanmamış. Gerçi o zamanlar “Gul Yaban“i rivayetleri çok yaygınmış ama yine de İbrahim’in anlattıklarını çok saçma bulmuşlar. Hatta onun delirdiğini sanmışlar. Olay bir süre sonra unutulmuş. Çoban, Hüsnü bey amcanın dedesiymiş. İbrahim, bir daha o otlağa gidememiş ve artık hiçbir koyuna bakamıyormuş. Bir gece, tuvaleti geldiği için evden çıkmış ve ertesi sabah boynu 180 derece dönmüş ve de gözleri çıkartılmış bir vaziyette, yerde yatarken bulunmuş. Bir kaç köpek, çobanın bomboş olan göz oyuklarını yalıyormuş ve de kalan et parçalarını kemiriyormuş. Tabiatı ile herkes onu köpeklerin parçaladığını düşünmüş.

 Çobanın oğlu Hüseyin, bir kaç yıl sonra evde yalnız kaldığı bir zaman, namaz kılmaya karar vermiş. 2. rekatının ortasında, ev hafiften sallanmaya başlamış. Adam, yine de devam etmiş namaz kılmaya. Bu sırada evde başka birşeylerin varlığını sezmiş. Onu ziyarete gelenlerin, etten kemikten olmadıklarını hissetmiş ve de onları göremediği için de korkusu ikiye katlanmış. Dualara devam etmiş, belki bu ifritler, iblisler gider diye; ama her ne kadar Allah’a sığındıysa da varlıklar gitmemeye kararlıymışlar. Secdeye vardığı anda üstüne ağır bir şey atlamış ve de sırtına binmiş. Hüseyin, durmadan Kelime-i Şehadet getirmiş ve her Allah dediğinde, üstündeki şey daha da bir bastırıyormuş. Adam, yüzü tamamen seccadeye yapışmış bir halde dualar okuyormuş. Kendi arkasından gelen bazı koşuşturma ve de kağıt yırtılması sesleri duymuş. Ayağa kalmak istediyse de yapamamış, yerinde doğrulamıyormuş bile. Artık o kadar ağlamasının ve yalvarlarının ardından sırtına çok sert bir tekme yemiş ve onların gittiğini hissetmiş. Bu olayı, akşam üzeri ailesine anlattığı zaman herkes ona inanmış, çünkü bir iki dakika önce her zaman evlerinin duvarına asılı ılan Kuran-ı Kerim’i paramparça bir halde dışarıdaki tuvalette bulmuşlar. Bütün köye ve de çevre köylere bu olay yayılmış ve köy bundan sonra “Cinli Köy“ diye anılmış. Ama bu tip olaylar artık olmuyormuş. Hüseyin’de bu hadiseden sonra bir daha ağzına “Allah“ lafını almamış. 10 sene sonra, Hüsnü bey amca 6 yaşındayken, babası Hüseyin yatağında ölü bulunmuş. Gözleri korkudan faltaşı gibi açılmış ve de vücudu kaskatı kesilmiş. Köyün imamı gelmiş cesede bakmaya ve dualar okuyup üfledikten sonra, adamın ölmeden önce felç geçirdiğini ve de bütün ayak parmaklarının kırıldığını farketmiş. Ondan sonra bütün eve ve de ev halkına okuyup üflemiş ve de gitmiş. Hüseyin’in nasıl öldüğü anlaşılamamış, zira o gece yanında kimse yokmuş. Yalnız, Hüsnü bey amca, o gece babasının odasından bazı homurtu ve mırıldanmalar geldiğini duymuş ama önemsememiş. Hüsnü bey amca büyüdükten sonra Ankara’ya taşınmış, evlenip çocuk çoluğa karışmış. Dindar ve çok iyi bir insandı, hepimiz onu çok severdik. Bazı tuhaf hareketleri oluyordu ara sıra ama hiç gözümüze batmıyordu. Hüsnü bey amcayı geçen baharda gömdük. Ölmeden önceki gece tuvalete kalkmış ve ertesi sabah, yan daireden gelen çığlıklar ile uyandık. Onu salonun ortasında elleri kolları arkasına bağlı bulduk. Allah rahmet eylesin.